.
   
  GAZİANTEP RESMİ SİTESİNE HOŞGELDİNİZ
  Gaziantep Evliyaları ve Türbeleri
 

Gaziantep Evliyaları ve Türbeleri

Evliya; hayatını riyazet, ibadet ve mücadelelerle geçirerek, benliğinden sıyrılmış nefsine hakim, öz varlığından geçmiş ve bu iyi hallerinden dolayı keramet sahibi olan, velilik katına ulaşmış kişilere ve mürşitlere verilen isimidir. Evliyalar tasavvuf sahasında Allah tarafından korunan, onun himaye, ilgi ve sevgisine mahzar olan, Allah’ın verdiği imkân nispetinde Allah ve kainat hakkında bazı sırlara vakıf olan ermiş kişilerdir. Evliyalar Allah uğrunda hareket ederler, sözlerinde daima hak ve hakikatten bahsederler. Nefsin her türlü kötü arzusuna sırt çevirmiş ve her halleriyle Allah’a yönelmişlerdir. Aynı zamanda bu evliyaların içlerinde alim ve şair olanlar da vardı. Bu bakımdan saygı ile anılmaya değer unutulmamaları gereken kimselerdir. Gaziantep ve yöresinin Türkler tarafından fethedilip İslamlaştırılmasında, hatta Gaziantep”in kurtuluşunda evliyaların önemli rolleri olmuştur. Bu evliyaların türbelerine ziyaret adı verilir.

Halife Hz. Ömer , İslam topraklarına kattığı Antep’ten ayrılırken muhafazasına bıraktığı Askeri birlik komutanı, şehrin surla çevrilmesi üzerinde durur. Hz. Ömer ise şu cevabı verir.
“ Antep surla çevrilmiştir”. Komutan bu cevaptan bir şey anlayamaz ve sorar. “ Nasıl Ya Emirel Davud.” Hz. Ömer; “ Antep çevresinde surlarımız vardır. Sahabeden beş arkadaşımızı burada şehit verdik ve defnettik gidiyoruz. Said İbn-i Ebu Vakkas, Ökkeş (Hz. Ökkeşiye), Karaçomak, Pirsefa ve Davud’u Ejder bu bölgenin manevi bekçileridir. Antep’in surlarıdır. Allah şehitlerimizin mezarlarını küffara çiğnetmeyecektir.”

Ökkeşiye Hazretleri Türbesi:
Gaziantep’ten Adana’ya doğru karayoluyla giderken Sakçagözü’nü geçince, Nurdağı’na
ulaşmadan yolun sol tarafında uzaklarda yeşilliklerle çevrili bir tepe görülür. İşte bu tepede Kahramanmaraş ve Gaziantep bölgesinde binlerce insana adını veren Ökkeş yahut Ökkeşiye Hazretleri yatmaktadır. Ökkeşiye Hazretleri sahabeden bir zat olup Gaziantep’in Müslümanlar tarafından fethinde şehit düşen beş kişiden birisidir. Türbenin bulunduğu yere Ökkeşiye denmektedir. Türbe tam dağın tepesinde bulunmakta ve türbenin alt tarafındaki kuyularda ise birkaç metre derinlikte bol su bulunmaktadır.
Rivayetlerde anlatılanlardan, İslam inanışına göre Peygamber Efendimizin Peygamberlik mührünü gören cennetliktir. Peygamberimiz veda hutbesinden sonra herkesle helalleşirken Ökkeşiye Hazretleri “ Ya Resulullah Uhud Savaşı’nda bana kırbaçla vurmuştunuz. Hakkımı ancak kısasla ödeşirim”der. Peygamberimiz (S.A.V), elindeki kırbacı Ökkeşiye Hazretlerine verir ve sırtına vurmasını söyler. Ökkeşiye Hz. ”Siz bana sırtım çıplak iken vurmuştunuz Ya Resulullah”der. Peygamber Efendimiz sırtını açar ve tam bu sırada Ökkeşiye Hz. Peygamber Efendimizin Peygamberlik mührünü görür ve öper. Daha sonra ise “Kısastaki gayem bu idi Ya Resulullah. Yoksa sizde bir hakkım varsa anam sütü gibi helal olsun”der.
Erkek çocuğu olmayan karı kocalar ve daha değişik maksatları olanlar Ökkeşiye Hazretlerinin türbesini ziyaret ederler ve isteklerinin kabul edilmesi ve arzularına kavuşmak ümidiyle burada Allah’a niyazda bulunurlar. Ayrıca Allah rızası için kurban keserler. Böylece ziyaretten sonra doğan erkek çocuğa genel olarak Ökkeş adını verirler.

Yuşa Peygamber Türbesi:

Bilindiği üzere Yuşa Peygamber (A.S.) İsrail oğullarından olup, Hz. Musa’nın yeğenidir. İsrailoğulları’nı göçebelikten kurtarır ve Arz-ı Kenan’a yerleştirir.
Gaziantep’te Boyacı Mahallesinde Boyacı Camiinden Kavaflar Çarşısı’na doğru uzanan sokakta Pir sefa denilen mevkide tek katlı bir bina vardır. Bu binada iki oda içinde iki türbe bulunmaktadır. Bunlardan birisi rivayete göre Yuşa Peygambere ait olup, diğeri ise Pir sefa Hazretlerine aittir.

Pirsefa Hazretleri Ve Türbesi:

Pirsefa Hazretleri ile Yuşa Peygamber aynı yerde yatmaktadırlar. Pirsefa hakkındaki rivayetlere göre Pirsefa’nın Hz. Yuşa’nın türbedarı olduğu ve ölünce buraya gömüldüğü söylenmektedir. Bir başka rivayete göre ise Pirsefa Medinelidir ve ensardandır. Gaziantep’in Müslümanlar tarafından fethinde Hz. Ali kumandasında buraya gelmiş, Karaçomak’la yan yana savaşırken uğradığı zorlu bir kılıç darbesi ile gövdesi ikiye bölünmek suretiyle şehit olmuştur. Bunun üzerine Hz. Ömer, Yuşa’nın yanına defnederek “Kendini Peygamber-i Zişan’la Komşu ettim” demiştir.

Dülükbaba Türbesi:

Dülükbaba Türbesi şehrin kuzeyinde, Adana asfaltının doğusunda kendi adıyla anılan tepenin üzerindedir. Dülükbaba’yı diğer evliyalardan ayıran özellik, rivayete göre evlenmek isteyen bekar erkeklere yardımcı olmasıdır. Dülükbaba Antep’in Müslümanlar tarafından fethinde şehit düşmüş bir şahıstır. Asıl adı Davud’dur. Sonradan şu anda yattığı yerin adıyla anılmaya başlanmıştır.

Hacıbaba Türbesi:

Hacıbaba Türbesi Karşıyaka’da eski Tekel fabrikasının kuzeyindeki tepededir. Vaktiyle çevresi mezarlıklarla kaplı idi. Türbe kurtuluş savaşında yıkıldı. Bir süre böyle kaldı. Son yıllarda ise halk tarafından onarıldı.

Nesimi Hz. Türbesi :

Nesimi Hazretlerinin türbesi Gaziantep’in merkez Şehitkamil ilçesi Aktoprak beldesindedir. Nesimi Hz. Bağdat’ta kendisini çekemeyenlerin iftirasına uğramıştır. Rivayete göre Kur’an-ı Kerimi ayak altına aldığı iddia edilmiş ve bunun üzerine derisi yüzülerek öldürülmek istenmiştir. Bu ceza uygulanırken Nesimi Hazretleri hiçbir acı duymamıştır. Fakat camide ezan okuyan müezzinin parmağına kan bulaşmış, bu kanın Nesimi Hazretlerinin murdar kanı olduğu iddia edilerek müezzinin parmakları sırayla kesilmiştir. Nesimi Hazretleri bunun üzerine, silkinerek kalkmış, boğazına kadar yüzülen deri vücuda geri yapışmış ve başını alıp yollara düşerek Aktoprak beldesine gelmiştir. Halk Nesimi Hazretlerini selamlamış ve yakınlık göstermiş, Nesimi Hazretleri de onların selamını alıp karşılık verdikten sonra oracıkta gözden kaybolmuştur. Türbesi kaybolduğu yerde bulunmaktadır.


İlimizde Bulunan Diğer Türbeler :
Şuaipzade Ali Akif Efendi Türbesi, Karaçomak Türbesi, Sait İbn-i Ebu Vakkas Hz. Türbesi, İbrahim Baba Türbesi, Ezogelin Türbesi vd. 
Kaynak; www.gaziantepkulturturizm.gov.tr

AYDÎ BABA


Gâziantep velîlerinden. İsmi Mehmed olup, babasının ismi Mehmed Nâmî Efendidir. Babası da âlim bir zât idi. Aydî Baba, 1812 (H.1227) senesinde Antep'te doğdu. İlk tahsîline bu vilâyette başlayan Aydî Baba sonra, ilim öğrenmek için, Halep, Kayseri ve İstanbul'a gitti. İlim tahsîlini tamamlayınca memleketine dönüşünde Kayseri Medresesinde bir süre müderrislik yaptı.

Aydî Baba, bir arkadaşı ile berâber tekrar İstanbul'a seyâhate gitti. İstanbul'da Kuşadalı İbrâhim Efendiye talebe oldu ve ondan Halvetî tarîkatını insanlara öğretmek için icâzet, diploma aldı. Bu seyâhatine, dükkânını ve mallarını satıp katılan arkadaşının bir süre sonra parası bitti ve sıkıntıya düştü. Aklından, "Gül gibi işimi ne diye dağıttım da burada sürünmeye geldim." diye geçirdi. Bu düşünceleri Aydî Baba'ya mâlûm olunca; ona kucağını açmasını söyledi ve takkesini kucağına ters çevirdi. Takkeden bir sürü para döküldü. Ona; "Haydi Antep'e git de dükkan aç!" dedi. Arkadaşı hatâsını anlayıp af diledi ise de, Aydî Baba onu Antep'e gönderdi.

Aydî Baba, İstanbul dönüşünde İki şerefeli Câmide imâmlık yapmaya başladı. Evinin bir bölümünü tekke hâline getirerek insanlara doğru yolu anlattı. Şehrin ileri gelenleri ve halktan pek çok kimse derslerine katıldı. Bir süre sonra Allahü teâlânın aşkı ile yanan Aydî Baba talebelerine; "Biz şeyhlik yapıyorduk ama talebe bile olamamışız. Ben size hoca olmaya lâyık değilim. Eğer halktan uzak olmazsak, Allahü teâlâya yakın olamayız." diyerek şeyhliği, imâmlığı ve hatipliği bıraktı.

Antep'in bir mahallesinde bir kadın doğum yaparken çok zor durumda kalmıştı. Yanında bulunan kadınlar, kocasına; "Aydî Baba'ya git de hanımının kurtulması için duâ etsin." dediler. Adam; "O deli ne yapabilir?" diye düşünmesine rağmen Aydî Baba'nın yanına gitti. Durumu anlattı.Aydî Baba gözlerini kapayıp biraz murâkabeden sonra; "Git. Nur topu gibi bir oğlun oldu. Allahü teâlâ onu sâlih kullarından eylesin." dedi. Adam yine kalben inanmayarak evine gitti. Evdeki kadınlar bir erkek çocuğu olduğunu müjdelediler. Adam, Aydî Baba hakkındaki bu düşüncelerine tövbe etti.

Aydî Baba, Allahü teâlânın aşkı ile çok güzel şiirler söyledi. Fakat cezbe hâlinde söylediği bâzı sözleri ve davranışları yüzünden tenkitlere uğradı. Bir ara Birecik'e sürgün edildi. Sonra tekrar Antep'e geldi. Dönüşünden kısa bir süre içinde 1865 (H.1282)'te Antep'te vefât etti. Eski Mezarlığa defnedildi ise de kabri sonraları kurulan Yeni mezarlığa nakledildi.

Aydî Baba, Allahü teâlânın aşkı ile Yûnus Emre gibi şiirler söylemiştir. Gündüz yazdığı şiirlerinde Aydî, gece söylediği şiirlerinde ise Ayanî mahlasını kullanmıştır. Aydî Baba'nın şiirlerinin toplandığı bir dîvânı vardır. Yazması, Süleymâniye Kütüphânesi Yazma Bağışlar No: 2063'de vardır. Ayrıca 1937'de Gâziantep'te neşr edilmiştir.

AĞLAYU AĞLAYU

Dîvânında hocasının vefâtı üzerine yazdığı mersiye şöyledir:

Şeyhim bekâya gitti ben kaldım ağlayu ağlayu

Aktıkça kan bu dîdeden sildim ağlayu ağlayu

Geldi dil deryâsı cûşa, döndüm ol demek bî-hûşa

İhtiyârsız başım taşa, çaldım ağlayu ağlayu

Arttı derdim âh ile, göz kan döker dilhâh ile

Ser-tâ-kadem eyvâh ile, doldum ağlayu ağlayu

Yandı dil nâr-i furkata, sabrolunmaz bu hasrete

Şimdi deryây-i hayrete, daldım ağlayu ağlayu

....

Cismim yanar bu nâr ile, gönlüm dolar bu zâr ile

Bağrım fırak-i yâr ile deldim ağlayu ağlayu

Boynum eğüp sünbül gibi feryâd edip bülbül gibi

Aydî iken ben gül gibi, soldum ağlayu ağlayu

1) Gaziantep Evliyâları; s.157
2) Son Asır Türk Şâirleri; c.3, s.2120
3) Kuşadalı İbrâhim Halvetî; s.39,45



Şeyh Fethullah Türbesi:
Şeyh Fethullah Gaziantep Evliyaları içinde halkın vicdanına en çok hükmeden ve kerametleri en yaygın şekilde anlatılan büyüklerden birisidir. Kendi adına yaptırdığı cami ve külliye Gaziantep’in mukaddes köşelerindendir. Şeyh Fethullah I. Halife Hz. Ebubekir’in soyundandır. Şeyh Fethullah’ın himmeti ve Allah’ın yardımıyla cami ve hamamda her türlü derdin devası bulunduğuna inanılır. 
FETHULLAH EFENDİ

Gaziantep'te yetişen velîlerden. Gaziantep'te doğdu. Doğum târihi belli değildir. Babası Abdüllatif Efendidir. Hazret-i Ebû Bekr'in soyundan olduğu rivâyet edilir. Hayâtı hakkında fazla bilgi yoktur. Zamânın âlimlerinden ilim öğrendi. İcâzet aldıktan sonra insanlara doğru yolu anlattı ve ömrünü bu şekilde geçirdi.

Fethullah Efendi, talebelere ders vermek için Gaziantep'te bir tekke ile bir câmi yaptırdı. Câminin inşâsı sırasında, ona; "Sen fakir birisin bunları yaptırmak için nereden para bulacaksın?" diye sorduklarında; "Allahü teâlânın öyle kulları vardır ki, taşa baksalar altın olur." diyerek bir taşa baktı. Taş o anda altın oldu. Soruyu soran yaptığı hatâyı anlayarak tövbe etti.

Câmi ve tekkenin inşâsı sırasında Fethullah Efendi işçi ve ustaların yevmiyelerini üzerinde oturmakta olduğu postun altından çıkarıp verirdi. İşçilerden biri Fethullah Efendinin bulunmadığı sırada postun altında fazla para var zannıyla çalmaya gitti. Postu kaldırınca çöreklenmiş siyah bir yılanın şahlanışı ile irkildi ve işinin başına döndü. Fethullah Efendi inşâat yerine gelince o işçinin kulağına eğilerek; "Her deliğe elini sokma, kiminden yılan, kiminden çiyan çıkar." dedi. Fethullah Efendinin bu sözü o zamandan beri deyim olarak kullanılmaktadır.

Câmi ve tekkenin inşâatı devâm ettiği günlerde Fethullah Efendinin hanımı hamama gitti. Burada iyi muâmele görmedi ve kirli suyla yıkandı. Olup bitenleri Fethullah Efendiye anlattı ve fakirliği yüzünden uğradığı muâmeleden dolayı yakındı. Fethullah Efendi; "Hanım kovayla kuyudan su çek!" dedi. Hanımı kuyudan su çekince kovanın altınla dolu olduğunu gördü. Fethullah Efendinin emri ile bunu kuyuya boşalttı. İkinci bir kova daha su çekti. Bunun da içerisi yılan, akrep ve çiyanla doluydu. Fethullah Efendi; "Ey hâtun! Eğer dünyâ malı olan altına rağbet etseydin, bu haşerat senin içindi." dedi. Hanımı bu kovayı da boşalttı. Üçüncü kere kovayı çektiğinde çıkan su ile yıkandı. Bu durum üzerine Fethullah Efendi câminin yanına bir de hamam yaptırdı. Hamam yapıldıktan sonra yedi sene bir mumla ısıtıldı. Ancak durum açığa çıkıp halkın öğrenmesi ile mum söndü ve odun kullanılmaya başlandı.

Bir gün hamam kazanını değiştirmek için yeni kazan getirildi. Vaktin geç olması sebebiyle değiştirme işi bir gün sonraya bırakıldı. Gecenin geç saatlerinde kapı önünde bırakılan yeni kazanı bir hırsız çalmak istedi. Elini attığı sırada karşısında Fethullah Efendiyi gördü. HocaEfendi kazanı hırsızın üzerine kapattı. Ertesi gün kazan kaldırıldığında, altından hırsız çıktı. Olup bitenleri oradakilere anlattı ve Fethullah Efendiye gidip af diledi.

Fethullah Efendinin vefât târihi belli değildir. 1563 (H.971) senesinde vefât ettiği rivâyet edilmektedir. Yaptırdığı Câminin bahçesinde defnedildi. Kabrinin üstü açıktır. Bâzı kimseler kabrinin üstüne türbe yaptırmak istedi. Üstünün kapanması sırasında iki kişinin düşüp yaralanması üzerine, Fethullah Efendinin bu işe râzı olmadığı düşüncesi ile türbe yapımı yarım bırakıldı.

1) Gaziantep Evliyâları; s.66
2) Evliyâ ÇelebiSeyâhatnâmesi; c.9, s.146
3) Gaziantep Câmileri Târihi
.

ŞEYH SAÇAKLI
Gaziantep velîlerinden. İsmi Ebûbekr olup, babasınınki Mehmed'dir. Maraş'ta doğdu. Doğum târihi belli değildir. İlk tahsîlini doğduğu yerde yaptı. Daha sonra Tefsîr-i Tıbyân müellifi Mehmed ve Dârendeli Hamza Efendinin derslerine devâm etti. Şeyh Abdülganî Nablüsî'den hadîs, tefsîr ve tasavvuf ilmi öğrendi ve icâzet aldı. Tahsîlini tamamladıktan sonra memleketine döndü ve talebe yetiştirmeye başladı.

Bir gün talebelerinden biri; "Efendim dersinize Hızır aleyhisselâm geliyor." deyince, Saçaklı; "Geliyor da bana niçin görünmüyor." diye sordu. Ertesi gün talebe Hızır aleyhisselâma; "Hocam sizi niçin göremiyor?" diye sorunca, o da; "Hocanda daha dünyâ muhabbeti var. Süslü sarık takıyor." buyurdu. Bunun üzerine, eskiden dokumalardan kesilen saçakların birkaç tânesini birleştirerek sarık yerine başına doladı. Allahü teâlâya dünyâ sevgisini kalbinden çıkarması için yalvardı. Bir süre sonra Hızır aleyhisselâm ile devamlı görüşmeye başladı. Başındaki saçaklardan dolayı "Saçaklı" diye meşhur oldu.

Şeyh Saçaklı'nın zamânında Maraş Müftülüğü boşaldı. Bu görev Şeyh Saçaklı'ya teklif edildi. Düşünmek üzere birkaç gün müddet istedi.Mühlet sonunda bu teklifi kabûl etmedi ve sebebini şöyle anlattı: "Pınar başına gittim. Akan suya danıştım. Bana dedi ki: "Kaynaktan çıktığım zaman herkes beni içiyor, iğrenmeden kullanıyor. Fakat şehre girip çıktıktan sonra kirleniyorum. Kimse bana el sürmez oluyor. Müftü olursan sen de bana dönersin." dedi. Bu sebeple ben de müftü olursam şehirde herkesle temas edeceğim, âkibetim suya dönecek."

Şeyh Saçaklı Antep ileMaraş arasındaki bir yolculuğu sırasında 1732 (H.1145) senesinde vefât etti. Her iki şehir halkı arasında cenâzenin kendi şehirlerine defnedilmesi husûsunda ihtilaf çıktı. İşin uzamaması için bir hakem tâyin edildi. Hakem; "Cenâze hangi şehre yakınsa oraya defnedilmesi uygundur." deyince, cenâzenin her iki şehre olan uzaklığı ölçüldü. Antep'e daha yakın olduğu anlaşılınca, Antep mezarlığına defnedildi. Türbesi bugün evler arasında kalmıştır. İbâdethânesi olarak bilinen yer, Aynî Bedreddîn Caddesi 29 numaralı evin içinde bulunmaktadır.

1) Osmanlı Müellifleri; c.1, s.325
2) Maraş Târihi (Besim Atalay); s.129
3) Hediyyet-ül-Ârifîn; c.2, s.122
4) Gaziantep Evliyâları (C.Câhit Güzelbey); s.77

 
  Bugün 117313 ziyaretçikişi burdaydı! Tüm Hakları Saklıdır. (c) 2010 Desing İbrahim Öztürk